“Ayyy bu akşam çok sıkılıyorum, Sizce ne yapmalıyım”?
Diyen Abla’nın Mesajını, Bir No’lu Memleket meselesi
Gibi beğeni ve yorum yağmuruna tutuyorsunuz’da.
Acemi Şair Abuzer Abinizin, bu Otobiyografisi
Memleketin hiç bir şeyi olmuyor mu?
Ha bir de, Bazı Abi, Abla’lar “Çok kısa yazıyon” Diyorlar.
Alın size uzun yazı…
OTOBİYOGRAFİ
Dağların ardında kalmış, ıssız köylerde
Doğum sancıları çektiğinde annelerimiz
Bir sıfır yenik doğarız hayat’a,
Doktorsuz… Ebesiz… İlaçsız…
Atmışlı yılların başında, ben dünyaya merhaba derken,
Babam hayata veda telaşındaymış…
Hayattın arifesinde, bir gol’de kader’den gelmiş.
Zor bir coğrafya’da,
Çetin geçmeye namzet (aday) bir hayata iki sıfır geride başlamışım…
Kendisini hiç görmediğim gibi,
Yaşam’a dair bir fotoğrafı bile olmayan babam
Yüreğimde saklı bir acı, dermansız yara’dır hep…
Fırat akar, yıllar geçer,
Çocuklar tez büyür. Derdi; Annem.
Güneş yüzlü Annemin dediği gibi tez büyüdüm
Oyun çağında, meyan kökü söktüm
Kar küredim, dam loğladım…
Kuzey rüzgârlarına karşı
Yaşamak ve yaşatmak için.
Komşu köy Gönen’de masasız tahtasız bir dam evinde,
Seksen kişilik bir sınıfta, tek kelimesini bilmediğim bir lisanla
Eğitime başlarken, Girdiğimiz ilk derste,
bildiğimiz tek dil ( zazaca)’da
( konuşma yasağı) alarak bir sıfır geride başladık okula
İlk Öğretmenimiz Cumalı güler’in, tek kelime zazaca bilmediği gibi,
Biz öğrenciler, tek kelime Türkçe bilmiyoruz.
Bize anlatıklarını kendisinden başka kimse anlamadı
Günlerce,haftalarca.
Tabiri caizse öküzün trene baktığı gibi, Bön bön baktık öğretmene.
Her boy her yaştan, asker çağına gelmiş kocaman çocuklarla
Okula başladığımda altı yaşındaydım…
O güne dair hafızamda tazeliğini koruyan belirgin anı
Üstünde antrasit önlük, altında gabardin şalvar,
Ayağında Çingene pembesi kadın ayakkabısıyla,
Garip bir öğrenci profili çizen Altun halanın oğlu Abuzer’dı…
O gün farkında, olmasam da, ilgi çeken başka bir tesadüf, ya da çelişki
Sırayı paylaştığım beş arkadaşımın Soyadı da,
Hayvanlar âleminden seçilmiş,
Yâda, birileri tarafından verilmiş olmasıydı.
Aslan, Koç, Kurt, Koyun Kartal. Bendenizin Balık’tı.
Kimlikte aynı kalsa da, yazdıklarıma bir beden küçük geliyor diye,
(Bekâr odasındaki arkadaşların projesidir.)
Şiirlerin altındaki balığı (BALIKÇIOĞLU) biraz uzatık…
Haftanın Türkçe günlerini öğreniyoruz
Çocuk, kan ter içinde. Yarı Türkçe, yarı Zazaca,
Salı, çarşeme, panşeme, Cuma, cumha namazı.
Gülmekten kırılan sınıfa, bir espiri’de hoca’dan.
Eyvah! Bu köyde, bir hafta sekiz gün ve (Cumanamazı) diye bir gün
varsa yandım. Diyor. Öğretmen.
Cumartesiyi hatırlamak ve telaffuz etmek her babayiğidin karı değil…
Beş yıl, her sabah andımız’daki, yurdumu Milet im’i
Öz’ümden Yerine, üzüm’den çok severek bitirdik.
Öz’ün anlamını kavradığımda, yaşadığım coğrafyanın karizmatik
Yüksek ilkokulu ve andımız çok gerilerde kalmıştı.
Yanlışlıkla da olsa, yurdunu Milletini üzümden çok sevmekte fena sayılmazdı.
Hayatımdaki en büyük kırılma noktasını ilkokul ikinci sınıfta yaşadım.
Oğretim yıllının ortalarında yazı defterim bitmişti. Öğretmen her sorduğunda
Bir bahane uyduruyordum en sonunda oğretmen paranız yoksa ben alayım
Teklifi çok ağır geldi bana göz pınarlarım tükeninceye kadar o kadar çok ağladımki, hayatım boyunca kendim için bir daha hiç ağlamadım.
Okullu bırakıp, devam etme arasında gidip gelmeme rağmen,
Allah nasip etti ilkokulu vasat bir notla bitirdim. Eğer okulu ikinci sınıfta bıraksaydım
Belki bu gün bu şiirleri okumuyor olacaktınız…
İlkokul bittiğinde, yüreğin sığmaz doğduğun küçük köylere
Artık keyfi değil, mecburi istikamettir gurbet.
Ve düşe kalka yollara düşersin
Kasaba’da üstü açık kamyonla başlayan yolculuk,
Şehrin otogarında İkinci sınıf bir otobüsle devam eder.
Bazen gâvur dağında, bazen Maraş’ta
Bazen bir pamuk tarlası, bazen bir portakal bahçesinde
Yâda, şehirlerarası bir yol üstü lokantasında (bela geliyorum demez)
Bakışlarının sıcaklığı gözlerinizde kalmış bir sevdiğinle göz göze gelirsin yeniden.
Bakmışsın ki ok yaydan çıkmış
Karşılıksız bir sevdanın tam orta sahasında bulursun kendini
Yarım kalmış yaralar, yeniden alevlenir sol yanında
Ve bir sıfır geride başlar sevdan…
. Şehirlerarası yol üstü lokantalarında yarım saatlik çay molası
bir yolculuğun değil, bir sevdanın mahşer yeridir bazen…
bir dağ başı karanlığında, kalbinizi ikiye bölüp,
her biri başka şehirlere götürür otobüsler…
Altı yaşında, tek kelimesini bilmediğim bir dilde
(on yedisinde) ulusal bir gazetenin kültür sanat sayfasında
İlk şiirlerim yayınlandığında
Yaşadığım o müthiş sevinci bir daha hiçbir şeyden almadım…
Yaşadığım coğrafyanın çok yönlü kültürlerinden en çok hüzünlerini
Yüreğimde harmanlayıp, bu ülkenin şiir denizine düşerken,
Çevresini kirletmemeye çalışan küçük billur bir damlayım.
Haddimi biliyorum! Ne herkesten Çok iyi, ne kimseden çok kötüyüm.
. Mütevazılığın erdemliğine inanıp, protokollerin dışında,
Hayatın içinde, şiirin kalbinde kalmaya özendim hep…
İşçi, de oldum. İşveren, de…
Varlık kadar, yokluğu da bilirim.
Ne yoksulluğa üzülüp eğildim kimseye
Ne’de zenginliğe sevinip kibirlendim.
Ömrüm iş hayatında geçti.
İş adamı olmaktan çok, gönül adamı kalmaya çalıştım…
Küçük bir dağ köyü yalnızlığından
büyük bir Metropol kalabalığının ortasına düştüğüm gün
Baktım insanlar alev topu, dokunsan patlayacak.
Ateşe karşı su olmaya çalıştım.
Okulda, öğretmenden kitaptan öğrendiğim çok şeyi unuttum
Ama hayatın içinde, ayrılıkların acıların öğrettiklerini
bir daha unutmak mümkün olmuyor.
İlk çayını içtiğim Süleymaniye semtinin bir gurbet kahvesindeki,
(en iyi kabadayılık efendiliktir.) duvar yazısı
en deli-dolu yıllarımda, bana ılımlı olmayı öğretti…
Amerikalı yazar Dale’nin, Üzüntüyü bırak yaşamaya bak kitabından
(ayakkabım yok diye üzülürken, Sokakta ayaksız mutlu birini gördüm.)
Kısas’ını yaşamım boyunca silinmeyecek şekilde
Beynime yüreğime çizerek, en üstekilerden çok,
en alttakilere bakarak,sabırlı ve şükür’lü olmayı öğrendim..
Psikologların hasta istatistiklerine bakın
Şifa huzur arayanların birçoğu
Kalabalıklar içinde sevgisiz ve yalnız kalmış ekonomik sorunu olmayan insanlardır…
Dostluk ve sevgiyi çıkarın, Geriye ne kalır hayattan…
Para çok şey olabilir, ama her şey değil
Uçakta, uçmanın. Denizde, yüzmenin.
Lunaparklarda çarpışan arabalara binmenin karşılığıdır?
Size candan sarılıp Yürekten ağlayan bir sevdiğiniz yoksa
Milyarları verip, ‘bedava’olan, iki damla gözyaşını satın alamazsınız.
Yani, parayı bastırıp benim için ağlar mısın? Mesleği henüz yok dünyada…
Buna rağmen kırk yılda kazanılmış bir dostluğu, kırk saniyede kaybedecek kadar
Bir sürü Ahmak ve çılgından geçilmez dünya…
Aslında güzel yaşamak için çok paraya da gerek yok…
Annemin yöresel tırş’ını (güveç) saymasak.
en çok sevdiğim yemek ‘kuru fasulye’ yıllar önce iştah var, para yoktu.
Vefa bozacısının biraz üst tarafında kalan, dönemin o meşhur çiçek lokantasına gider’
‘az kuru fasulye’ altı çeyrek ekmek yerdik.
Şimdi Allah’a şükür para var. Bu sefer iştah yok.
Yine ‘az kuru fasulye’ ve yanında üçte iki azalan ekmek.
Yani hayat çoğu zaman ‘tam kuru fasulyeye’ müsait olmuyor.
Az kuru fasülyeyi nasip eden Mevla; karşılığını da veriyor…
Birlikte geçinemediğim tek düşman tembellik.
Birçoğu sekiz saat çalışırken, hatırlamadığım kadar çok
Gece vardiyalarına kaldım…
Birçoğuna göre, şiir yazmak avare insanların işidir…
Benim avare gezmek gibi lüksüm olmadı hiç.
Ekonomik anlamda geniş bir ailenin
Lokomotifi durumunda olduğum için, masa başından çok,
Çalıştığım Tezgâh’ta, yolda, yemekte, uçakta yazdım şiirlerimi
Birde, şiir karın doyurmuyor? Diyorlar.
Doğrudur. Şiir ne yazanın, nede okuyanın karnını doyurmaz.
Her hedefe karın doyurma penceresinden bakan insanların
Düşüncesine de saygı duymak lazım
Kitabın gazetenin okunmadığı bir toplumda
Adam şiiri pırpar’la (semizotu) karıştırabilir.
Eğer şiir karın doyurma aracı olsaydı,
Karın doyurmak için, bunca ucuz meşguliyetler varken,
Başkalarını bilmem, ben yaşamım boyunca tek bir dize yazıp
Şiirin o insan uykularını kaçıran çile-cefasını çekip
şiirin peşinden koşmazdım bir ömür…
Aylık çıkan edebiyat dergilerin sayfalarındaki o eski şiirlerin
Gül kokulu lezzeti yok şimdi.
İnternete giriyorsun binlerce şair, milyonlarca şiir
Kimin şair, hangisinin şiir olduğunu seçe bilene aşk olsun…
Bu ülkede yazılan şiirleri.( İyi şiir) (kötü şiir) diye iki kategoriye ayırırsanız.
( İyi şiir açığı)( kötü şiir fazlası) olduğunu görürsünüz sanırım.
Hayal’den çok, hayat’a yasladım duygularımı
Yattığı yerden pijamalı ve erotik şiirler yazmadım
Yazdıklarımın ekseninde sokakların kokusu,
Denizin rengi, rüzgârın ıslığı oldu hep.
Giderken, yürek kapıma bir gül, bir mektup bırakmayan sevgili için
ne yüreğimi, ne de ağıtlar yaktım…
Yazdıklarım yaşadıklarımın fotokopisi gibidir.
Aşk’ı da yazdım. Din’i de.
Ama din’i şiir’e, şiir’i din’e alet etmedim.
Magazin odaklı kültürel kirliliğin yoğun yaşandığı bir dönemde
Bir ömür adayarak yazdığım şiirlerin.
Fiziksel olarak elli ayağı düzgün bir mankenin
üç beş günde yazdığı bir kitap kadar
ilgi görmeyeceğini’de biliyorum..
bu da ayrı bir çelişki.
Ve bu çelişkinin aktörü kim?
Yaşadığımız çağ mı? Yazar mı? Okuyucu mu?
Onu’da zaman gösterecek…
Bin dokuz yüz doksanlı yılların başı.
Çukurova’da pamuk toplayan ırgatın yarısı doğup büyüdüğüm Hélim ve çevre köylerden
Diğer yarısı Fırat’ın karşı tarafı Siverek köylerinden
Irgat hem pamuk topluyor, hem de gün güzel geçsin diye
Hangi köy daha çok gelişmiş, köyler arası mini bir yarışma yapıyorlar…
Efendim bizim falan şehirde tüccarımız var.
Sizin esnafınız var mı?
Var.
Karşılıklı sorular ve cevaplar..
Öğretmen, Doktor, Üniversitede öğrenci,
Amerikada işçi.
Derken;
Yarışma ertesi güne kadar sarkıyor
Artık final sorulara gelindiğinde
Bizim sevgili Hakkı tarlaya götürdüğü şiir kitabımı
Beyaz pamuk kozalarına koyarak,
peki sizde şair var mı? Diyor.
Fırat ın karşı yaka köylüleri,
Bizim köylüleri alkışlayarak,
Diyalog zazaca; Bıra şıma tiya’dı miyaney ma şıkıt
( kardeş siz burada belimizi kırdınız) diyorlar…
Yeryüzü şehirlerinin sultanı, İstanbul’dan yüzlerce km, uzak
Yaşar kemal’in çukurovası’nda emekçi insanların alın teri kokan
Mini yarışmalarına keyif ve renk katıyorsa yazdıklarım
, zaman zaman niçin yazıyorsun?
Sorularına da sesiz bir cevaptır aslında…
İlki,( Hacı kadında esmer geceler)di.
Gecenin karanlığında. Yıldızlarını büyütüp
Güneşe, gün yüzüne çıkamadı…
acemi şafak sislerinde kaybolup gitti hikayesi…
. Elinizdeki şiir kitabı, ikinci göz ağrım,
Emeğim… Umudum… Çok şeyim…
Düş’lerinizin yağmuruna, yüreğinizin toprağına,
Özlediği iklimi getirip bir güzellik katacaksa,
Mesele yok… Çiçekleri hep birlikte büyütelim…
Yok. Eğer duygularınıza hitap etmedi.
Dudak büküp, yüzünüzü yüreğinizi asarak okuyacaksanız
(kötü şiir şairinindir.) çekinmeyin kitabı aldığınız fiyatın üstüne birazda
(kăr) koyup getirin bana,
Getirin, ÇİÇEKLER TOPRAĞINDA BÜYÜSÜN…
C.BALIKÇIOĞLU